Bir şeyleri içime dökmeyi öğrendim. İçimde kocaman bir çöplük varmış meğer! Hatalarımı ya da pis düşünceleri dışarı saçmamalıyım. İçimde tartmalı, yararını almalı, posasını çöp araziye dökmeliyim. Kimselere de anlatmama kararı aldım. Meryem gibi oruç tutuyorum, kelimelerimi hiçbir kulağa kusmamalıyım.
Çaresiz kalmanın acizliğinden korkuyordum... Fakat biraz düşününce çaresiz kalmanın kötü bir şey olmadığını anladım. Eğer bir savaşın içindeysen ve rakibin kaderse, çaresizlik kaybetmene yol açar. Savaşta kazanmanın tek yolu ölümü cezbedip, yanına çağırabileceğin bir sebep bulmaksa şayet... O halde tam olarak çaresiz sayılmazsın.
Ölüm bir kumardır, hem de en yuva yıkanından! Kumarı kazanma ihtimalin, Tanrı'nın torpil yapabileceği ihtimali kadar düşüktür. İmkansızlığın getirdiği biçare olma durumu beni aldatmıyor, ölüme verdiğim değer değişmez. Çelişkilerle dolu olsa da, o bir çare olabilir... Kim bilir, Tanrı torpil yapan bir üçkağıtçıdır belki de...
Kumarı kazana da bilirim, bana güzel şeyler sunabilir ölüm.
Hayır! Hayır! Şüphe yok, Tanrı sahtekâr değil!
Söylesene, kaderle olan bu savaşımı neden kazanmak zorundayım? Üstelik kaybedersem bir kayıp vermeyeceğim... Aksine, kendimi öldürürsem kazanacağım.
Tamam, bu seçeneği de siliyoruz. Şükürler olsun, artık tam bir çaresizim!
Kime ne? Ben zaten aciz doğdum...
Çaresizliğin güzelliğine eriştim.
Rüyayı kaybedeceğim. Kaybedip eğleneceğim. Mesela bir uçurum yaratacağım. Atlayıp ölmek yerine, uçmak için çabalayacağım. Çabalarken Tanrı'nın davetini bekleyeceğim...
İblise aldanmadan mumun erimesini izlerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder