28 Temmuz 2016 Perşembe

Rüyada Uyumak

 Bir şeyleri içime dökmeyi öğrendim. İçimde kocaman bir çöplük varmış meğer! Hatalarımı ya da pis düşünceleri dışarı saçmamalıyım. İçimde tartmalı, yararını almalı, posasını çöp araziye dökmeliyim. Kimselere de anlatmama kararı aldım. Meryem gibi oruç tutuyorum, kelimelerimi hiçbir kulağa kusmamalıyım.

 Çaresiz kalmanın acizliğinden korkuyordum... Fakat biraz düşününce çaresiz kalmanın kötü bir şey olmadığını anladım. Eğer bir savaşın içindeysen ve rakibin kaderse, çaresizlik kaybetmene yol açar. Savaşta kazanmanın tek yolu ölümü cezbedip, yanına çağırabileceğin bir sebep bulmaksa şayet... O halde tam olarak çaresiz sayılmazsın.

 Ölüm bir kumardır, hem de en yuva yıkanından! Kumarı kazanma ihtimalin, Tanrı'nın torpil yapabileceği ihtimali kadar düşüktür. İmkansızlığın getirdiği biçare olma durumu beni aldatmıyor, ölüme verdiğim değer değişmez. Çelişkilerle dolu olsa da, o bir çare olabilir... Kim bilir, Tanrı torpil yapan bir üçkağıtçıdır belki de... 

 Kumarı kazana da bilirim, bana güzel şeyler sunabilir ölüm.

 Hayır! Hayır! Şüphe yok, Tanrı sahtekâr değil! 

 Söylesene, kaderle olan bu savaşımı neden kazanmak zorundayım? Üstelik kaybedersem bir kayıp vermeyeceğim... Aksine, kendimi öldürürsem kazanacağım.

 Tamam, bu seçeneği de siliyoruz. Şükürler olsun, artık tam bir çaresizim!

 Kime ne? Ben zaten aciz doğdum... 

 Çaresizliğin güzelliğine eriştim. 

 Rüyayı kaybedeceğim. Kaybedip eğleneceğim. Mesela bir uçurum yaratacağım. Atlayıp ölmek yerine, uçmak için çabalayacağım. Çabalarken Tanrı'nın davetini bekleyeceğim...

 İblise aldanmadan mumun erimesini izlerim.

Rüyalarda Buluşuruz

 Mor çimenlere uzanmış Dünya'yı seyrediyorduk. Eflatun koca bedeniyle tepemizde bekliyor, Nietzsche'yi nerede bulabileceğini sorup duruyor. “Bilmiyoruz, lütfen bizi rahat bırak!” diye bağırıyoruz fakat nafile, bizi rahat bırakmıyor. Ardından Mustafa Kemal sesleri duymuş olmalı ki, “Ben biliyorum Nietzsche'nin nerede olduğunu, benimle gel” diyor Eflatun'a, gidiyor Atatürk ile Platon başımızdan. Huzurluyuz, elinden tutuyorum sevgilimin. Yüzü kızarıyor, gözümün ucuyla görüyorum. Çok masum. Tam o esnada şiddetli bir rüzgar esiyor. Balon ağaçlarından renk renk balonlar uçuşmaya başlıyor. Sevgilimi ayağa kaldırıyorum, susuyoruz.
 Birden ağzımdan bir ton anlamadığım kelime çıkıyor: “Aşk ve sevgi farklı şeylerdir aşkım; aşk ihtiyaç duyulandır, sevgi ise akraba ziyaretlerinde gösterilen gereksiz saygı gibidir. Herkese vermek zorunda olduğun bir şeydir sevgi. Ailene, arkadaşlarına… Karşılıksız sevgi yoktur, karşılıksız takıntı olma durumu vardır. Aşk karşılıklı takıntılı olma durumu dersek yanılırız, aşk: Karşılıklı duyulan ihtiyaçtır. Tek taraflı ihtiyaç duyma, tek taraflı takıntı olma ve karşılıklı bir şekilde saplantılı olma durumuna ne denileceğini ben de henüz bilmiyorum. Fakat aşk biziz, sevgi ise hayvandır, doğadır, Tanrı’dır… Bu konuda benden ne duymak isteyeceğini bilmiyorum ama, ne duymak istemeyeceğimi söyleyeyim: Sakın bunun bir rüya olduğunu söyleme.”
 Konuşmuyor, gözlerimin içine bakıyor gülen gözleriyle. Sarılıyor boynuma, kokluyorum onu. Kafasını gömdüğü boynumdan çıkarıyor, dudaklarıma bakıyor. Ben de onun dudaklarına bakıyorum. Yaklaşıyoruz, yaklaşıyoruz… Birden Platon, Atatürk ve Nietzsche koşarak bize bağırıyor, “Kaçın, su geliyor, sel geliyor. Büyük su, kocaman! Kaçın!” Kaçıyoruz, koşuyoruz… Su beni yakalıyor, ayaklarımdan tutuyor, içine çekiyor. Boğuluyorum, uyanıyorum…

Sweet Dreams

  Gerçekler düşlerin bir parçasıdır. Bu kısır fakat çelişkilerle dolu bir döngüdür. Dolayısıyla her düşperestin eleştirisine açıktır. Düşlerin lordu buna açıklık getirebilir belki, fakat rüya gören bir beden bunun farkında varmalı ilk başta. Her şey düşlerden oluşur. Ölüm hariç. Ölüm fazlasıyla gerçektir. ‘’Binlerce yıl önce, bir düşte bir şarkı duydum; Azrail’in hediyesini metheden bir ölümlünün şarkısı... Hâlâ hatırlıyorum.-Ölüm, önümde bugün; hasta bir adamın iyileşmesi gibi, hastalıktan sonra bir bahçede gezmek gibi. Ölüm önümde bugün; Mürr’ün kokusu gibi, iyi bir rüzgarda bir yelkenlide olmak iyidir. Ölüm önümde bugün;  akıntının rotası gibi, savaş kalesinden evine dönen bir adam gibi. Ölüm önümde bugün; yıllara esir düşmüş bir adamın evine olan hasreti gibi...- O unutulmuş şair, Azrail’in hediyesinin değerini anlatmıştı.’’ Demiştim, ölüm gerçektir. Ölüm düşlerden bile huzurludur. Zira ölüm, günahkarların bile kurtuluşunu sağlar. Kötüler her daim huzursuz olmaya mahkumken, ölüm onlara kurtuluş armağan eder. Azrail ölümü armağan eder, ölüm ise kurtuluşu. Ben Düş, ya da onu çok güzel kullanabilen birisi. Size düşlerin unutturduğu bir şeyi hatırlattım, ölümü.